Anne ve bebek

Bebekler neden sevgi uyandırır?

bebek sevgiYeni doğmuş bir bebek, en alışkın olduğumuz iletişim aracından yoksundur; yani konuşamaz. Gel gelelim doğa onu, dikkat çekmesine yarayan etkin araçlarla donatmıştır; konuşmaz, ama ağlar ve güler… Bebeğin fizik yapısı, en çok da yüzünün biçimi, başkalarında onu okşamak, bağrına basmak, pışpışlamak isteğini yaratmak için, bile bile tasarlanmış gibidir.

Bir bebeğin görüntüsü herkeste “sevecenlik” uyandırır.

Bu dürtü öylesine güçlüdür ki “ideal” bebeğin, yani bizde en güçlü sevgi duyguları yaratan bebeğin resmi bile çizilmiştir: Yuvarlak bir baş, iri iri açılmış kocaman gözler, minimini bir burun, yumuşak yanaklar, varla yok arası bir çene.

Oyuncakçılar da kız çoçuklarda “analık içgüdüsü” uyandıracak bir bebek yapmak istediklerinde, bebeğe işte bu görüntüyü verirler. Küçük bir çocuk gördüğümüzde içimizden ona dokunmak, okşamak gelir. Bağrımıza basmak isteriz bebeği. Bir hayvan yavrusu ile karşılaşınca da aynı duyguyu çoğunlukla duyarız, çünkü bir bakıma o da ideal çocuk yapısındadır: Kocaman bir kafa, iri iri gözler, küt burun, kısa bacaklar, yumuşak ve tostoparlak bir beden… Gerçekten, hayvan türlerinde yetişkinler kendilerine ait olmayan yavrulara da bakarlar.

Bebeğin elinde hayvan yavrusunda olmayan dayanılmaz bir araç daha vardır: Gülümseme. İnsanlara özgü olan bu hareket, doğumdan beş hafta sonra başlar. Ağlamadan daha etkili bir uyarıdır gülümseme. Ağlayan çocuk yalnızca anne babasının dikkatini çeker. Oysa gülümseyen çocuk anne babasını yanında tutar, onları daha derin bir ilişki kurmaya, kendisini okşamaya, tatlı sözler söylemeye, basit oyunlar yapmaya iter. Öyleyse gülümseme yalnız birtakım gereksinimlerin giderilmesi için kullanılan bir araç değil, bir ilişki ve yakınlık kurma isteğinin de göstergesidir.

Yeni doğmuş bir bebek, en alışkın olduğumuz iletişim aracından yoksundur; yani konuşamaz. Gel gelelim doğa onu, dikkat çekmesine yarayan etkin araçlarla donatmıştır; konuşmaz, ama ağlar ve güler… Bebeğin fizik yapısı, en çok da yüzünün biçimi, başkalarında onu okşamak, bağrına basmak, pışpışlamak isteğini yaratmak için, bile bile tasarlanmış gibidir.

Bir bebeğin görüntüsü herkeste “sevecenlik” uyandırır. Bu dürtü öylesine güçlüdür ki “ideal” bebeğin, yani bizde en güçlü sevgi duyguları yaratan bebeğin resmi bile çizilmiştir: Yuvarlak bir baş, iri iri açılmış kocaman gözler, mini mini bir burun, yumuşak yanaklar, varla yok arası bir çene. Oyuncakçılar da kız çoçuklarda “analık içgüdüsü” uyandıracak bir bebek yapmak istediklerinde, bebeğe işte bu görüntüyü verirler. Küçük bir çocuk gördüğümüzde içimizden ona dokunmak, okşamak gelir. Bağrımıza basmak isteriz bebeği. Bir hayvan yavrusu ile karşılaşınca da aynı duyguyu çoğunlukla duyarız, çünkü bir bakıma o da ideal çocuk yapısındadır: Kocaman bir kafa, iri iri gözler, küt burun, kısa bacaklar, yumuşak ve tostoparlak bir beden… Gerçekten, hayvan türlerinde yetişkinler kendilerine ait olmayan yavrulara da bakarlar.

Bebeğin elinde hayvan yavrusunda olmayan dayanılmaz bir araç daha vardır: Gülümseme. İnsanlara özgü olan bu hareket, doğumdan beş hafta sonra başlar. Ağlamadan daha etkili bir uyarıdır gülümseme. Ağlayan çocuk yalnızca anne babasının dikkatini çeker. Oysa gülümseyen çocuk anne babasını yanında tutar, onları daha derin bir ilişki kurmaya, kendisini okşamaya, tatlı sözler söylemeye, basit oyunlar yapmaya iter. Öyleyse gülümseme yalnız birtakım gereksinimlerin giderilmesi için kullanılan bir araç değil, bir ilişki ve yakınlık kurma isteğinin de göstergesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.